Davamız Kudüs Kudüs ile ilgili her şey

Sultan II. Abdülhamid Hân

Sultan 2. Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde dünyaya geldi. Osmanlı Sultanlarının otuz dördüncüsü, İslâm halîfelerinin doksan dokuzuncusudur. Babası Sultan Abdülmeciddir. Genç yaşta dînî ve fennî ilimleri mükemmel bir şekilde ikmâl etmiştir. Şâzeliyye tarîkati şeyhi Mehmed Zâfir Efendi ve Kâdiriyye tarîkati şeyhi Ebu’l-Hüdâ Efendi’den feyz alarak zâhirdeki dirâyetini, mânevî bir kemâl ile de tâçlandırmıştır. Sultan II. Abdülhamid, kardeşi V. Murat’ın yerine 31 Ağustos 1876 Perşembe günü tahta çıktı. Bu sırada devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Sultan Abdülaziz devrinde başlayan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına, V. Murad devrinde Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Bu isyanları kışkırtan ve destekleyen Rusya “Şark Meselesi”ni halletmek üzere fırsat kolluyordu. Malî imkânsızlıklar yüzünden isyanlar bastırılamıyordu. 19 Aralık 1876’da sadrazamlığa Midhat Paşa getirildi. Dört gün sonra da İngiltere’nin teklifini kabul eden devletler İstanbul’da toplandı. Aynı gün yüz bir pâre top atışıyla Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kānûn-ı Esâsî ilân edildi (23 Aralık 1876). Devrinin sözde münevverlerinin ihânetlerine ilâveten Rum, Ermeni ve Yahûdîler’in kaynattıkları fitne kazanı, gerçekten üzerinde ciddiyetle durulması gereken büyük bir tehlike idi. Bunun içindir ki Abdülhamît Han, kendisine muhâlif olanların «istibdâd» dedikleri sıkı bir dâhilî siyâset takibine mecbûr kaldı. Sultan Abdülhamîd Han, bu karışıklıklara rağmen halkın huzûru ve ülkenin selâmetini sağlayabilmek için bugünkü modern devletlere bile örnek olabilecek derecede mükemmel bir «istihbarat teşkilatı» kurmuştur. Bu teşkilâtta, kendisine karşı bombalı bir suikasti gerçekleştirmiş bulunan Ermeni asıllı Jorris’i dahî bir istihbârât elemanı gibi kullanması da bu zekice siyasete bir örnektir. Hattâ İngilizlerin Madrid büyükelçileri vefât ettiğinde, onun açılan çelik kasalarında Sultan Abdülhamît’le muhâbere hâlinde bulunduğuna dâir çeşitli vesîkaların ortaya çıkması, İngilizleri bu istihbârâtın kapsamı hakkında dehşete sevketmiştir. Sultan Abdülhamid Han, İngiliz ajanlarının Arap milliyetçiliğini yaymak, halifeliğin Arapların hakkı olduğu iddiasıyla Mısır hidivini halife yapmak konusundaki gayretlerine Panislâmizm politikası ile karşı koymaya çalıştı. Müslümanlar arasında birliği sağlamak amacıyla dinî propagandaya girişti. Bu konuda tarikat şeyhlerinden ve nüfuzlu kabile reislerinden de faydalandı. En önemli ve tecrübeli yöneticileri, Anadolu ve Suriye başta olmak üzere Müslümanların çoğunlukta olduğu vilâyetlere gönderdi. Halifelik makamından faydalanarak Panislâmist ideolojiyi yaymaya çalıştı. Abdülhamid Han döneminde eğitim, bayındırlık ve tarım alanında olumlu gelişmeler görüldü. Bilhassa eğitim alanındaki gelişmeler büyüktür. Kendi gelirleriyle ayakta duramayan medreselerin yeni usullerle eğitim veren okullara dönüştürülmesine hız verildi. Kaliteli uzman-memur yetiştirmek üzere yüksek okullar açıldı. Mekteb-i Mülkiyye, Mekteb-i Hukuk, Sanâyi-i Nefîse Mektebi, Hendese-i Mülkiyye, Dârülmuallimîn-i Âliye, Maliye Mektebi, Ticaret Mektebi, Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlîsi, deniz ticareti, orman ve maâdin, lisan, dilsiz ve âmâ mektepleriyle Dârülmuallimât ve kız sanayi mektepleri, fen ve edebiyat fakültelerinden oluşan Dârülfünun hep Abdülhamid döneminde açılmıştır. Bu yüksek okullara öğrenci yetiştirmek üzere ilk ve orta öğretime de önem verilmiştir. Bilhassa Batı tarzındaki ilk ve orta tahsilin kurulması bu dönemdedir. Siyasi saha ise oldukça karmaşık halde idi. 1908’de iktidarı ele geçiren ittihat ve Terakkî iktidarı, kısa zamanda halkın nefretini kazandı. Karşılaştığı tenkîdleri şiddetle bastırıyor ve muhâliflerini gazeteci veya fikir adamı demeden suikastlerle yok ediyordu. Bu durum, ortaya çıkan nefreti had safhaya çıkarınca, kendi iktidarlarını korumak için sâdık adamları sandıkları avcı taburlarını Rumeli’den getirip Taşkışla’ya yerleştirdiler. Fakat bunların başlarında bulunan subaylar, kısa zamanda Beyoğlu âlemleriyle siyâset girdabına sürüklendiler ve askerleriyle alâkalarını kestiler. Serbest kalan avcı taburlarındaki askerler, halkla temas kurma imkânı buldular. Böylece İttihat ve Terakkî’nin amaçladığı zulüm ve hıyânetlerini öğrendiler. Bunun üzerine, askerler korumaya me’mur oldukları bu kadroya karşı ayaklandılar. 31 Mart vakası denen hadisede İstanbul’da birkaç gün terör hâkim oldu. Bazı İttihat ve Terakkî milletvekilleri sokak ortasında katledildi. Bu ayaklanma sebebiyle iktidarlarını tehlikede görerek korkuya kapılan İttihat ve Terakkî, Rumeli’den “Hareket Ordusu” denilen çoğu Rum, Ermeni ve Yahûdî çapulcusu on beş bin kişilik bir kuvveti İstanbul üzerine sevk ettiler. Sultan Abdülhamît, bu çapulculara karşı aşırı merhameti sebebiyle hareketsiz kaldı. Kendisine sadık olan Birinci Ordu ile Hareket Ordusu’na karşı konulması hususunda yapılan teklifleri kabul etmeyerek, Müslümanların halifesi olduğunu ve Müslümanı Müslümana kırdıramayacağını söyledi. Bu kadarla da kalmayıp Topçu feriği Hurşid Paşa ile Dersvekili Hâlis Efendi’yi Hareket Ordusu’na göndererek meşrutiyetin korunduğunu bildirdi. Birinci Ordu kumandanına da Hareket Ordusu’na karşı koymamaları konusunda askere yemin ettirmesi tâlimatını verdi. Bunun üzerine İstanbul’a giren Hareket Ordusu kısa sürede şehre hâkim oldu. Yeşilköy’de toplanan ve II. Abdülhamid’in yönetimden uzaklaştırılmasına (hal’ine) karar veren Meclis-i Millî âzaları, asayiş sağlandıktan sonra 26 Nisan 1909 günü İstanbul’a dönerek, ertesi gün Ayasofya civarındaki binasında tekrar Meclis-i Umûmî-i Millî adı altında toplandı. Hal’ edilmesinin hemen ardından Sultan, kasden bir Yahûdî muhîti olan Selanik’e gönderilip orada zengin bir Yahûdî âile olan Alâtini Biraderler’in köşküne hapsedildi. Abdülhamid, 1 Kasım 1912’de İstanbul’dan gönderilen Alman sefâretine ait Loreley savaş gemisiyle getirilerek Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirildi. Hayatının son yıllarını burada geçirdi ve yetmiş yedi yaşında 10 Şubat 1918’de rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Cenazesi Topkapı Sarayı’na nakledilerek teçhiz ve tekfini orada yapıldı. Sultan Reşad’ın iradesiyle, ölümünün ertesi günü padişahlara mahsus muazzam bir törenle Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesi’ne defnedildi. Sultan 2. Abdülhamid Han ve Filistin Meselesi XIX. yüzyılın son çeyreğine gelinceye kadar Osmanlı Devleti'nin gündeminde Yahudi bağlantılı bir Filistin meselesi yoktu. Bu döneme, hatta devletin yıkılışına kadar Osmanlı Devleti'nin Filistin toprakları dışında bulunan bölgelerindeki Yahudiler rahat bir azınlık olarak yaşadılar. Osmanlı Devleti sınırları içerisinde herhangi bir bölgede çoğunluğu oluşturmadıklarından ve ayrılıkçı bir hareket de geliştirmediklerinden Osmanlı tebaasından olan Yahudilerle devletin ciddi bir sıkıntısı olmamıştı. Bu durum 93 Harbi'nden hemen sonra ısrarla Filistin'e yerleşmek isteyen yabancı uyruklu Yahudilerin giderek artmasıyla değişmeye başladı. Artık Filistin'e Yahudi göçü siyasi bir çehre kazanıyordu. Osmanlı Devleti bölgede tarih içinde oluşmuş cemaatler arası nüfus dengesinin bozulmasından endişe ederken, Avrupa'da Yahudi aleyhtarlığının (anti-semitizm) giderek yaygın hale gelmesi, komşu ülkeler Romanya ve Rusya'da Yahudilere kötü muamele edilmesi kısa süre içerisinde Osmanlı Devleti'ni etkilemeye başladı. Nitekim devlet, 93 Harbi'nde alınan ağır yenilgi sonrasında ortaya çıkan yüz binlerce Müslüman mültecinin yanı sıra Edirne ve İstanbul'a sığınan binlerce Yahudi'ye de yardımda bulunmak zorunda kalmıştı. Dahası, aynı yıllarda Romanya ve Rusya'da kendilerine hayat hakkı tanınmayan yüzlerce Yahudi ailesi İstanbul'a gelmişti. Benzeri durumlar 1892, 1899 ve 1900 yıllarında da yaşanmış ve İstanbul'a gelen binlerce Romanya ve Rusya kökenli Yahudi ailesi Edirne, Kıbrıs ve Mezopotamya gibi Filistin'e uzak bölgelere yerleştirilmeye çalışılmıştı. Yahûdilerin Filistin için örgütlü olarak çalışmalarını 1861 tarihine kadar götürebiliriz. Bu tarihte İngiltere ve Fransa’da kurdukları cemiyetlerle, Yahûdîleri koruma ve Filistin’i Yahudi ülkesi yapabilme faaliyetlerine başlamışlar ve fikirde kalan bu hareketlerini 1882 tarihlerinden itibaren iki yolla eyleme dönüştürmüşlerdir. Birincisi Filistin’e göçler ve yerleşme çabalarıdır. İkinci sebep ise 1877-18778 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi)’ndan sonra, Siyonistlerin Filistin’i yurt yapma düşüncesi ile uluslararası düzeyde girişimlerde bulunmalarıdır. Yahudilerin bu girişimlerine tepki olarak, Osmanlı devlet erkanı Filistin’e yapılacak Yahûdî göçünün var olan düzeni bozacağını düşünmüş ve Padişah İkinci Abdülhamid ve diğer devlet ricali Filistin topraklarında Yahûdî yerleşimine karşı engel olma siyasetini uygulamışlardır. Filistin meselesinde İttihad Terakkî Fırkası ilk zamanlar ılımlı tavır sergilemiş fakat daha sonraları onlar da Sultan Abdülhamid’in Filistin siyasetini benimsemiş ve Yahûdî göçünü engellemeye çalışmışlardır. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen siyasi olaylar, Osmanlı hükümetlerinin haklılığını ortaya koymuştur. Sultan II. Abdülhamid, 1876-1909 tarihleri arasındaki saltanatı süresince Filistin ve kutsal topraklar üzerinde özellikle Yahudiler tarafından oynanan oyunlara dikkatle yaklaşmıştır. Bu sebeple tahta çıkışının ilk yıllarından itibaren Yahudilerin Kudüs ve civarında sürekli ikametini yasaklayan fermanlar çıkarmıştır. Siyonistler Filistin’e yerleşmek için attıkları her adımın karşısında Sultan II. Abdülhamid’i bulmuşlardır. Filistin’de bir Yahudi devleti kurma gayesinin gerçekleşmesi yolunda bölgedeki Yahudi nüfusunu arttırmak için ilk etapta buraya göçü sağlamaya çalışmışlardır. Sultan İkinci Abdülhamid Han, Yahudilerin bu tehlikeli niyetini sezdiği için 1882 yılında hac maksadı dışında hiçbir Yahudinin Kudüs’e sokulmamasını emretmişti. Lakin Yahudilerin yerli taşeronlar kullanarak gizli gizli arazi satın aldıklarını öğrenince 5 Mart 1883 tarihli bir kanunla bu gizli satışlar iptal edilmiş, oraya gönderilen heyetlerle Yahudilerin maksatları ve nihai hedefleri üzerine Filistin ahâlisi bilinçlendirilmiştir. Yine de satmak isteyenlerin arazisi Sultan II. Abdülhamid nâmına satın alınmaya başlanmıştır. Filistin “Çiflikât-ı Şâhânesi” böylece vücûda gelmiştir. Bu defa Osmanlı tebaası olan Yahudilerin bu faaliyetleri yürüttüğü görülmüş, bunun üzerine 3 Nisan 1893 tarihinde Filistin’de Yahudilerin arazi satın almaları hususundaki yasak Osmanlı vatandaşı olan Yahudi asıllı kimselere de teşmil edilmiştir. 1883’te çıkarılan bir irade-i seniyye ile de Yahudilere mülk satışı yasaklanmıştır. Ayrıca padişah Hazine-i Hassa’daki şahsi mal varlığı ile Filistin’de mümkün olduğu kadar fazla toprak alarak, Yahudilerin toprak satın almalarını engellemeye çalışmıştır. Ancak Yahudiler, Filistin’e doğrudan yerleşmenin mümkün olmadığını anlayınca hileli yollara başvurmuşlardır. Rus ve Doğu Avrupa Musevileri Almanya, Avusturya veya İngiltere’ye uğrayıp bu devletlerin vatandaşlığına geçtikten sonra Filistin’e sızmışlardır. Abdülhamid döneminde Filistin’e Yahudi yerleştirilmesine karşılık olarak Osmanlı Devleti’ne yapılan tüm teklifler reddedilmiştir. Çünkü II. Abdülhamid, Theodor Herzl’in amacını çok iyi biliyordu. Onun Yahudi devleti isimli eserini Türkçe’ye çevirtmiş, Siyonistlerin gerçek fikirlerinin ne olduğunu çoktan öğrenmiştir. Zira Siyonistlerin esas amacı bağımsız bir devlet kurmaktı. Hatta diğer bölgelere de el atmaları kaçınılmazdı. Filistin gibi küçük bir bölgenin milyonlarca Yahudiye yetmeyeceği ortada idi. Padişahın elinde bulunan raporlar, Yahudilerin Filistin’e geldiklerinde toprakla, tarımla uğraşmayacaklarını, devlet kurmak amacında olduklarını gösteriyordu. Yahudilerin Filistin’de toprak edinmesi konusu le ilgili Osmanlı Devleti nezdinde ilk girişim İngiliz asıllı Hıristiyan Laurance Oliphant tarafından yapılmıştır. Oliphant bu meseleye uzun bir zaman ayırmış ve hayatı boyunca bu uğurda çalışmalarda bulunmuştur. Oliphant ilk defa 1878 tarihinde düşüncelerini Filistin’de bir Yahûdî devleti kurulması taraftarı Yahûdî asıllı olan İngiltere Başbakanı Dışişleri Bakanı Salisbury’ye açmıştır. Ona göre Yahûdîler Filistin toprakları için kırkbin sterlin para toplamışlardır. Bu para Osmanlı’nın Asya topraklarının ıslahı için harcanmalı, buradan toprak satın alınmalı ve bu topraklara Yahûdîler yerleştirilmelidir. Oliphant, düşüncelerini gerçekleştirmek için 1879 tarihinde Filistin’e yolculuğa çıkmış ve Şeria nehrinin doğu yakasında bulunan Belka topraklarında incelemelerde bulunduktan sonra, buraların Yahûdîler için son derece uygun olduğu kanaatine varmıştır. Oliphant’a göre bu topraklarda pirinç, muz, şeker, pamuk portakal, incir gibi birçok sebze ve meyve yetişebilirdi. Bu nedenle, bu verimli araziler gelecek için çok şey önemliydi. 1879 tarihinde İstanbul’a dönen Oliphant Filistin’de edindiği intibalarını bir rapor halinde Sultan Abdülhamid’e sunmuştur. Ancak bu tarihlerde hükümetin Mısır, Girit ve Yunan meseleleri, Nizâmiye Mahkemeleri’nin bağımsızlığı, Anadolu’nun ıslahı, emniyet teşkilatının yeniden yapılandırılması meseleleri olduğundan, Oliphant’ın raporu yeteri kadar ilgi görmemiştir. Yaklaşık bir yıl sonra İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Layard’ın padişaha müracaat etmesi ve konunun olumlu veya olumsuz karara bağlanması talebi üzerine h.1297/ 8 Mayıs 1880’de konu Meclis-i Vükelâ’ya (Bakanlar Kurulu) gelmiştir. Oliphant’ın raporunda; Filistin’de Osmanlı toprakları içinde yaşayan Yahûdîler dışında, başka ülkelerden gelen Yahudîlerin yerleşmesi için toprak satın alınacak, Belka arazilerine Müslüman mültecilerin yanısıra Yahûdîler de yerleştirilebilecek, gelen Yâhûdîlerin katkıları ve destekleri ile burada modern ziraatçilik yapılacak, elde edilen gelir ile bölge sanayii canlandırılacak, dışarıdan gelecek mültecilerin yerleştirilmesi için İskân-ı Muhâcirîn-i Osmanî Şirketi isminde ve Osmanlı hükümetinin denetiminde bir şirket kurulacak, hükümet Belka sancağından, Salt sancağına (günümüzde salt Ürdün’ün bir şehridir) kadar olan 1 milyon akar (4.356.000 dönüm) araziyi kurulacak şirkete satacak, üç yıl içinde Hayfa’yı Lût gölüne bağlayacak bir demiryolu inşaa edilecek, Osmanlı hükümeti başka topraklar da satmak isterse, kurulacak şirkete teklif edecektir. Kısaca özetlenen bu raporu bir gün sonra (9 Mayıs 1880) Meclis-i Vükelâ karara bağlamış ve padişaha sunulan kararla kesin bir dille reddedilince almış olduğu cevap üzerine hayal kırıklığı içinde ülkesine dönmüştür. 1882 yılına kadar İngiltere’de kalan Oliphant daha sonra, Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesi için ikinci olarak bir daha İstanbulâ gelmiş ve Amerika’nın İstanbul Büyükelçisi Wallace’ye yazılı müracaatta bulunmuştur. Amerika’nın İstanbul Büyükelçisi Wallace, hükümet nezdinde girişimlerde bulunacağına söz vermiş ve Sadrazam Said Paşa ile temasa geçmiştir. Said Paşa verdiği cevapta “Yahudilerin 200 veya 250’şer gruplar halinde Halep veya Mezopotamya’ya yerleşebileceklerini ve çıkan yeni kanunla bunun herhangi bir sakıncasının olmadığını belirtmiştir. Geçen bunca zaman içinde Oliphant önce İngiliz devletine hizmet maksadıyla, sonra da Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde zor durumda kalan Yahûdîlere yardım için Filistin’e göçün önündeki engelleri kaldırmaya çalışmıştır. Fakat Osmanlı devlet erkanı, Yahûdî göçünün Filistin’de var olan düzeni ve dengeleri bozacağı görüşündeydi. Ayrıca, Padişah II. Abdülhamid genel olarak Osmanlı topraklarına Yahûdîlerin göç etmelerine karşı olmamakla birlikte Filistin topraklarına Yahûdîlerin yerleşmesine karşı kesin bir tavır almış ve bu düşüncesini İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Layard aracılığı ile huzuruna çağırdığı Oliphant’a kesin bir dille bu teklifi reddettiğini bildirmiştir. Padişah Sultan Abdülhamid verdiği cevapta oldukça haklıydı. Çünkü XIX. yüzyılın başından beri bölgede artan misyonerlik faaliyetleri sonucu, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve İtalya’nın kiliseleri, dernekleri, okulları ve diğer misyonerlik çalışmaları gereğinden fazla artmış ve bölge istikrarı her an bozulabilir duruma gelmişti. Eğer yabancı ülkelerden gelen Yahudîlerin Osmanlı vatandaşlığı sağlanırsa Rusya ve diğer Avrupa devletleri Yahûdileri bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine daha fazla karışma imkânı bulmalarının yolu açılmış olacaktır. Oliphat’ın 1878 tarihinde başlatmış olduğu Osmanlı nezdinde Yahûdiler için toprak edinme girişimi dışında Theodor Herzl’in İstanbul’â ilk gelişi olan 1896 yılına kadar ikinci bir girişim olmamıştır. Theodor Herzl, kurulmasını düşündüğü Yahudi Devleti'ne dair fikirlerini 1895'ten itibaren yayma yoluna gitti. Avusturyalı tanıdıklarından birisi Herzl'e, Correspondance de L'est gazetesinden Michael de Nevlinsky ile bağlantı kurmasını ve onun aracılığıyla Yahudilere Filistin'de toprak sağlamak için Sultana müracaat etmesini tavsiye etti. Herzl, Nevlinsky'yi Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulması konusunda ikna ederek ondan arabuluculuk yapmasını istedi. O da Herzl'i İstanbul'a getirmeden yaklaşık iki ay önce Herzl’ın "Yahudi Devleti" adlı kitabını okumuş ve içeriğinden Sultan Abdulhamid'i haberdar etmişti. Herzl'in hatıralarındaki ifadesine göre Sultan, Kudüs'ü asla bırakmayacağını ve Ömer Camii'nin daima Müslümanların elinde kalması gerektiğini söylemişti. Hatıralarından anlaşıldığı kadarıyla Herzl, Osmanlı Sultanı ve Müslümanlar nezdinde Kudüs'ün ne kadar önemli bir yer işgal ettiğinin farkında değildi. Nevlinsky Herzl'e göre çok daha gerçekçiydi. Ona Sultan'ın Yahudilere Anadolu'da bir yer verebileceğini bunu da ancak o sıralarda Osmanlı Devleti'nin başını ağrıtmakta olan Ermeni meselesinin çözümünde ciddi katkıları olursa yapabileceğini ifade etti. Bunun üzerine Herzl, Filistin'den vazgeçmemekle birlikte Ermeni Meselesi’nde Londra'da İngiltere dışişleri bakanı Salisbury nezdinde girişimlerde bulunmuş, ancak olumlu hiçbir gelişme olmamıştı. Neticede Herzl, meseleyi bizzat Sultan Abdülhamid'le görüşmek istedi ve Nevlinsky'nin isteksizliğine rağmen 1896 yılı haziran ayı ortasında birlikte İstanbul'a geldiler. On günü aşkın bir süre İstanbul'da kalmasına ve yoğun çabalarına rağmen Herzl, Sultanla görüşmeyi başaramadı. Fakat Nevlinsky konuyu birkaç kez Sultanla görüştü. Sultan’ın ilk cevabı Herzl'in hatıralarında naklettiği kadarıyla kısaca şöyleydi: " Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmışlar. Bırakalım Yahudiler milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin'i karşılıksız ele geçirebilirler". İstanbul'dan tabir caizse eli boş dönen Herzl, Nevlinsky'nin etkisiyle, Avrupa'da Ermenilerin Osmanlı Devleti'ne karşı başlattıkları karalama kampanyasını durdurma veya hiç değilse Ermeni tedhiş örgütlerini Osmanlı'ya karşı yumuşatma girişimlerine tekrar başladı, ancak bu yönde yine bir başarı sağlayamadı. Bu arada tam bağımsız bir Yahudi Devleti fikrini kısmen değiştirerek "tâbi devlet" fikrini benimsedi. Buna göre Filistin'de yerleşecek Yahudiler Osmanlı vatandaşlığına girecekler ve kuracakları idari yapı iç işlerinde özerk olacak fakat dışişlerinde Osmanlı Devleti’ne tâbi olacaktı. Bu fikir ise daha önce Oliphant tarafından Osmanlı yetkililerine iletilmiş ancak reddedilmişti. Herzl, Avrupa’da bulunduğu sırada İstanbul’a tekrar gelip, Sultan’la görüşmek fırsatı aramaya başlar. Aracısı Newlinsky ölünce, kendisine yeni aracı olarak Sultan’ın Avrupa’daki casusu İngiliz asıllı Arminuis Vambery’i bulur. Herzl, Padişah’ın hangi konularda yardımcı olabileceğini Vambery’inin II. Abdülhamid’e iletmesini rica eder. 8 Mayıs 1901’de İstanbul’a gelen Vambery, Herzl’le görüşmek için Sultan’dan randevu aldığını bildirince derhal İstanbul’a gelir. 19 Mayıs 1901 tarihinde Sultan II. Abdülhamid ile görüşmeye muvaffak olur.Kaydadeğer bir sonuç çıkmayan bu görüşmeden sonra Abdülhamid, Herzl’i, Hahambaşı Moşe Levi, Hahambaşılık Kapı Kahyası Acimen Efendi ile birlikte 4 Temmuz 1902 Cuma günü tekrar kabul etmiştir. Herzl, Sultan’ın bütün redlerine rağmen Filistin üzerinde ısrarını sürdürür. En sonunda anlar ki, II. Abdülhamid işbaşında kaldığı sürece siyonist emel gerçekleşemeyecektir. Sultan II. Abdülhamid’in reddinden sonra Herzl’in yazdıklarından siyonizmin gerçekleşmesi için iki yolun tutulacağı anlaşılmaktadır. Birincisi, Sultan’a karşı Meşrutiyet’in yeniden ilanı mücadelesini veren Jön Türkler’in desteklenip, Meşrutiyet ilanı ile Sultan’ın iktidarının zayıflatılması ve Meşrutiyet rejiminin hürriyet ve serbesti ortamından faydalanarak kurulacak yeni iktidarla Filistin pazarlığına oturmak ve siyonizmi böylece gerçekleştirmek; ikincisi ise, Meşrutiyet iktidarları da Sultan II. Abdulhamid gibi ret cevabı verirlerse, Osmanlı’nın dağıtılmasına çalışmaktır. II. Abdülhamid’i tahttan uzaklaştırmanın yolunu aramaya başlayan Yahudiler bu amaçla, Jön Türk grubu içine sızmışlar, İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde rolü bulunan Emmanuel Carasso’yu kendi taraflarına çekerek kullanmışlardır. Abdülhamid’in tüm titizliğine ve Osmanlı hükümetinin Filistin'e Yahudi yerleşimini engelleme konusunda aldığı tedbirlere rağmen siyonistler, binlerce Yahudiyi Filistin’e yerleştirmeyi başarmışlardır. İllegal yöntemler kullanılarak ve kapitülasyonların sağladığı haklardan yararlanılarak 1878'den itibaren Filistin'de Yahudi yerleşim merkezleri kuruldu. Yahudi zengini Rothschild, Baron Hirsch'in kurduğu Yahudi Kolonizasyon Birliği (1896'dan itibaren) ve Siyon Aşıkları gibi kişi ve kuruluşların destekleriyle gerçekleştirilen Yahudi göçleri sonucunda, 1882 ila 1908 arasında Filistin'de 30 civarında yeni Yahudi yerleşim merkezi (köy) kurulmuştur. Yahudi yerleşim merkezlerinin yoğunlukla kurulduğu yıllara bakıldığında; birinci dönemin 1881'de Rusya ve Romanya'da Yahudilerin kıyıma maruz kalmalarının ardından gerçekleşen Birinci Yahudi göçü dalgası (1882-1884) ile ikinci yoğun dönemin 1904 yılında yine Rusya'da meydana gelen kıyım sonrasında gerçekleşen İkinci Yahudi göçü dalgasının hemen ardından başladığı görülecektir. Filistin'e göç eden Yahudi sayısı ve 1908'e gelindiğinde bölgenin toplam Yahudi nüfusu hakkında kesin rakamlar vermek mümkün görünmemektedir. Sultan Abdülhamid’in hal’inin ardından iktidara gelen İttihat ve Terakki yönetimi, Sultan II. Abdülhamid’in yasaklamış olduğu Filistin’e Musevi göçünü serbest bıraktı. Serbestlikten yararlanmak isteyen Siyonistlerin esas amaçlarının Filistin’de bağımsız bir devlet kurmak olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Almanca olarak yazılan ve 1909 tarihinde basılan “İsrail Vatanı” isimli eserde, bunu açıkça ortaya koymuşlardı. Siyonistlerin gerçek amacını anlayan Hükümet, 20 Haziran 1909 tarihinde aldığı bir kararla yeniden Filistin’de yabancıların arazi alımını yasakladı. Dahiliye Nazırı Talat Bey 28 Eylül 1909 tarihinde bütün valilere bir talimatname gönderdi ve Sultan Abdülhamid döneminde konulan yasakların ve kısıtlamaların aynen uygulanmasını emretti. Fakat alınan tüm önlemlere rağmen Yahudiler 1908-1914 yılları arasında elli bin dönüm arazi satın alarak üzerinde dokuz yerleşim yeri kurmuşlardı. Ayrıca Yafa yakınlarında 139 hanelik ve 1500 nüfuslu Tel Aviv şehrinin de temelleri yine bu tarihlerde atıldı. Sultan İkinci Abdülhamid Hân’ın Filistin’e Yaptığı Bazı Hizmetleri Osmanlıların “Arz-ı Filistin” dedikleri topraklar üç coğrafi bölgeden oluşuyordu. Bunlar; Kâzımiye Nehri’yle Mukatta Nehri arasındaki bölge “Akka Sancağı”, Mukatta Nehri’yle Zeruludce Nehri’nin kaynağı arasındaki “Nablus Sancağı” ve Nablus’un güneyinde Berseba Vadisine kadar olan mıntıka “Kudüs Sancağı”’ idi. Osmanlı’nın mülki idare sistemine göre Kudüs; 1887 yılında merkeze doğrudan bağlı müstakil bir mutasarrıflık haline getirilmiştir. Sultan Abdülhamid döneminde kutsal şehirde pek çok imar ve tamir faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Ayrıca şehrin alt yapısı ve su tesisatıyla ilgili yapılar elden geçirilmiş, Kayıtbay Sebili olarak bilinen sebil tamir edilmiş ve Halil Kapısının karşısında inşa edilmiştir (1907). Halil Kapısının üstüne aynı yıl bir saat kulesi kurulmuştur. Sultan II. Abdülhamid döneminde gerçekleştirilen şehrin ve etrafındaki bölgelerin ekonomik canlanmasında büyük etkisi bulunan projelerden birisi de Kudüs ile Yafa arasında yaklaşık 86,630 km uzunluğunda demiryolu yapılmasıdır. Demiryolu inşasına 1890 yılında başlanmış, 1892’de bitirilmiş, aynı yıl hizmete açılmıştır. Ayrıca, Osmanlı Devleti Kudüs’te bir yol ağı kurmuş ve kutsal şehri Filistin’in orta ve güney bölgelerindeki Ramallah, Beytüllahim, El-Halil ve Eriha gibi şehirlerle birbirine bağlamıştır. 19. asrın başından itibaren Kudüs belediyesi sağlık hizmetlerini iyileştirmek için büyük çaba harcamıştır Sultan Abdülhamid döneminde ayrıca, Sultan Abdulhamid’in tahta çıkışının 25’inci yılı şerefine, 1901’den itibaren, imparatorluğun birçok önemli şehrinde saat kuleleri inşa edilmişti. Hepsi de mimari açıdan birbirinden farklı özelliklere ve güzelliklere sahip bu saat kulelerinden altısı Filistin topraklarında yapıldı. Kudüs, Yafa, Akkâ, Hayfa, Safed ve Nablus şehirleri, nüfus yoğunlukları ve sembolik önemleri nedeniyle tercih edilmişti. İngilizlerin şehrin estetik dokusuyla uyuşmadığı”gerekçesiyle yıktığı Kudüs’teki hariç, diğer saat kuleleri günümüzde de mevcudiyetlerini korumaktadır.

 

Kaynaklar

1. TDV İslam Ansiklopedisi, 2. Müellif: Cevdet Küçük “Sultan Abdülhamid Han’ın Filistin Hassasiyeti” 3. Yüzakı Dergisi, Mücahid Bulut , “II. ABDÜLHAMİD HÂN’IN YETİMİ KUDÜS” 4. Ekrem Buğra Ekinci , “SULTAN HAMİD'İN TAHTINA MÂL OLAN FİLİSTİN” 5. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, Ziya Polat, “Yahudilerin II. Abdülhamid Döneminde Filistin’e Göç Girişimleri ve Oliphant’ın Siyonist Koloni Talebi” 6. Hasan Karaköse , “Filistin ve Kudüs Meselesine Genel Bir Bakış (XIX. Yüzyılın Ortasından XX. Yüzyıl Ortalarına Kadar)” 7. Doç. Dr. Ş. Tufan Buzpınar, “II. Abdülhamid Döneminde Filistin'e Yahudi Göçü Meselesi (1878-1908) / Doç. Dr. Ş. Tufan Buzpınar” 8. Saliha Gümüş, Yüksek Lisans Tezi, “II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE FİLİSTİN POLİTİKASI”

 

avatar
Davamız Kudüs® @DavamKudus

İki Mücahid, şehid düştükleri zaman bir evin içine defnedilir. Evin duvarına da şehid oldukları tarih ve isimleri yazılır. Burası, Gazze. Allah yolunda can ve malla ticaretin en güzelinin yapıldığı yer inşallah...

avatar
33
397
avatar
Davamız Kudüs® @DavamKudus

İşgalci yahudi kadın esirin teslim edilirken Filistin bayrağı taşıyan bir kolye taktığı görüntüler dikkat çekiyor. Gittiği yerde Nehirden Denize Kadar Özgür Filistin'i anlatacak o da...

avatar
33
397
avatar
Davamız Kudüs® @DavamKudus

Kassam Tugayları Komutan Ebu Ubeyde konuşuyor: "Halkımız, özgürlüğü ve kutsal değerleri uğruna, 15 aydan uzun bir sürede büyük bir bedel ödedi ve çok sayıda şehid verdi. Filistin halkının fedakarlıkları ve dökülen kanları boşa gitmeyecek, bunun sonuçları olacaktır..

avatar
33
397
avatar
Davamız Kudüs® @DavamKudus

Şehid Komutan Yahya Sinvar'a selâm olsun!

avatar
33
397
avatar
Davamız Kudüs® @DavamKudus

Muhammed yalnızca bir elçidir...

avatar
33
397